Pages

31.8.10

Biteviye Hayatın Günahı Olmaz!

Sabah 9 gibi uyuyorum. Daha doğrusu bayılıyorum. Akşam ezanında babamın tepişleriyle hocaya yetişiyor, tuttuğum hilleluh orucu açıyorum. Gece 2 ye kadar dışarlarda "sürtüyor", sabah 6 ya kadar internette iş arıyor, gazete, makale blog okuyorum. 6 dan 9 a kadar da Pes' te oluşturduğum karakterime yeni kariyer hedefleri üretiyorum. Adını Hakan koydum karakterimin. Zira ismin mesleklere tecellisine inanıyorum. Süleyman diye kaç futbolcu tanıyoruz ki? Ben yandım Hakan' ım yanmasın. Ama maşallah İnter'e transfer oldu kendisi. O kadar mutlu ki Hakan, vay bee...

Bu sarıtları 2 defa daha tekrarlasam kim sıkılmaz? Ben işte bu tekdüze hayatı yaşıyorum kaç zamandır. Bunları toplumsal acitasyon olsun diye yazmıyorum. Vallaha bak. Toplum bana burdan teee Avusturalya' ya kadar acitasyon yapsın ki. Gerçi böyle toplumla beni ayrıştırmaya da gerek yok. Toplumla aram iyidir çok şükür. Akşamları kendime bir farkılık yaratıp evde kalmak istiyorum olmuyor. Arkadaşlar arıyor "Bize misafir gelcek çay iççez heralde" diyorum. Akraba arıyor "size geliyoz evde misiniz" diyor sülalenin orada olmayanları hakkında dedikodu söyleşisini "arkadaşlarlayım ben" diye atlatıyorum. Evde kafa dinlemeyi tam garantiledim derken, komşu geliyor "hadi yavrum gel kapının önünde çay içelim" diyor 55 yaşındaki adamın fantezik konularının çekilmezliği yüzünden önce "yavrum?" diye adamdan gözlerimi kaçırıyor, sonra "amca ben dışarı çıkçam" diye son yalanlara başvuru hakkımı da kullanıp, kapının önündeki çılgın 55 likler görsün diye dışarı çıkıyorum. Yalan işte katre boy ilerletmiyor adamı. Sonumuz yine gece 2 ye kadar dışarda "sürtmek".

Ama Çok Atraksyonluyduk...

Bu hafta Hamit diye cinsel ergenliği 6 yaşında yakalamış komşumuz peydah oldu. Geçen oyun oynayışına tanık oldum. Eline almış bi tır. rınn rınnn sürerken kızın birini otutturmuş karşısına "hadi aç garajını tırımı sokim" diye kızın garaj önünü kapatmış. Kız "garaj?" diyor. Hamit "bah orda bah bah bah oww garajjj" diye ereksyona 10 kala bekliyor. Tamam çocuk, oyun, saf, temiz diye düşünmeliydim de. Pesefengi sonra da posta kutusuna nerden çaldığı anlaşılmayan bi mecmuayla yakaladım. "Oha" demeden geçemediğim olaydan sonra anladım ki evde en son ben farketmişim. Bizim ev Hamit' in fantezi hikayeleriyle doluymuş...

Şimdiki çocuklarda bizimki gibi "hayatında ilk kez meme görüp psikolojiyi bozma" durumunun olduğunu zannetmiyorum. En azından bizim zamanımızda vajinayı, memeyi gösteren "bah bah tam burdan" diye mekanı kalemle yuvarlak içine alan derslerimiz yoktu. Mecmualara mecburduk. Lise zamanında elime aldığım ilk mecmua Yunus diye futbolcu bir arkadaş tarafından temin edilmişti. Bizler çok edepli olduğumuz için öyle sakız ister gibi büfelerden mecmua isteyemiyorduk. Bu esnada da edepsiz arkadaşların yardımına ihtiyaç duyuyorduk tabi. Mecmualardaki kadınlarda bana nedense Pelin Batu havası veriyordu bak. Bi poz vermiş anlaşılması mümkün değil. Estetik yok. Kafadan 2 kunkul yapılmış saçlarda letafet yok. Çıplak vücutta zerafet yok. Azgın bi durum yok. Dönmüş fotoğraf makinesine çıkarmış dişleri gülmüş. Beyin üstünde oturduğunu mimiklerle ifade edememiş. Belki de adamla alakalı bilmiyorum. İşte o ilk ergen yıllarında etkiliyordu bizi bu fotoğraflar. Sanki sevişmeler hep gülerek yapılıyormuş gibi... Neyse Hamite de buradan edindiği tecrübelerin bi çüke yaramayacağını aktaralım madem...

Bir de apartmanımızda atraksyonumuz oldu çok şükür. Annemin kavgaları dışında en atraksyonlu günü yaşadık. Bizim yan dairede yaşayan "ölse de gurtulsah" kaynanası ölümden döndü. Ölümden dönüşünü annem sağladı onçün şimdi de yan dairedeki gelinle kötü aralar... Kadın ölüyor, can çekişiyor diye apartmanda bi kargaşa başladı. Annem "du hele ben bi bahim" dedi daldı evden içeri. Annemin ölüler konusunda çok önemli bir deneyimi var. Elinden az ölü geçmemiştir. En son babamın halası cildiyle alakalı bir hastalıktan yatarken "bu gadın ölür" dedi. İki gün sonra öldü. "Öleceh bahışı yapmıştı o çünkü" diye bize özetledi durumu da ölecek bakışı ne demek nasıl bir bakış annem bilir ben bilmem. Girmiş can çekişen kadının yanına bakmış baya bi gözlerine filan. "Yoh lan bu gadın ölmez" demiş çıkmış. Ambulansla hastaneye kaldırılan kadın hastaneden araba tutup geldi. İlk de bizim eve uğradı anneme sarıldı sevgi pıtırcık ohoww.. Demek artık kadın ölecek bakışımı yapmadı ne olduysa...

Geçen yine bu "farklı bir gün" anlayışıyla televizyona takıldım. 3 profesör + Pelin Batu adlı programa takıldım biraz.

/iyi insan işte mecmuada Pelin Batu diyoduk burda çıktı!/

Yine kimse anlamamış Pelin' i;  "yağ ama ben onu demedim", "yoh yaa naalakası var benim söylediğimle", "ya bişe sorabilir miyim konu koyun götüne yapışmış minik poklara nerden geldi?"  diye göğsünü germiş koca kurtlara. Pelin Batu çocukluğuma denk gelse bana çok rahatlıkla "çocukluk aşkı" olurmuş. Olmamış o nedenle ben daha "şeker kız kendy" le devam ediyorum. Bu kadın bana hiçbir duygu bahşetmiyor nedense. Ayrıca benim kendimden akıllı kızlarla pek aram yoktur. Hele benden daha akıllı sananlardan nefret ederim. Pelin Batu da beni yer yer bu iki hal arasında bırakan bir zat. Sonuç olarak kesin olan "aramız yok"u seçiyor konuyu kapatıyorum.

Bu arada umutların giderek azaldığı duaların arşa "bir iş" için yavaş yavaş "nolurki yaağğ" edasında yükseldiği, çoğu orucunu uyuyarak geçirdiğim Ramazan ayının sonuna doğru benim cephede durum böyle şimdi bakalım sizin cephelerde durum ne alemde... "fakat ozan??"

O değilde aklıma bak ne geldi. Keşke adım Hakan olsaymış lan..

***Bir iftar sonrasıydı, geğiriyordum o esnada yazı edit oldu canlar...

23.8.10

Gizemli Tesadüflerin Bariz Düzeni!

Bugün bir USB kablo için evi dağıttım. Teknolojiyle ekonominin kesiştiği o kazıklama metodunun fotoğraf makinemize sağlamış olduğu hepsinden farklı USB kablosu için. Her hafta yeni bir icatla karşımıza çıkan teknoloji alemi her ürettiği teknolojik dübüre de ayrı USB kablosu üretmiş. Aynı markanın tükürük kadar uzağındaki modelinin farklı kablosu var. İnsan evde harıl harıl kablo ararken kaybeden beynine değil o kabloyu evdeki 6 kablodan farklı icat etmiş beyinlere küfretsin diye herhal.

Daha önce şortum için dökmüştüm evi. Halıların altına bile bakmıştım palmiye desenli arka fonunda buram buram mayami sahilleri yatan ruhumu dinlendiren şortum. Evde her bokun yerini bilen anam şortumun yerini bilmiyordu. Daha da dellenip pencere pervazlarının altlarında bile aramıştım. Yılmadan çalışmalarımın devamını anlayan annem itiraf etti sonunda. Meğer ben askerdeyken bu bizim ev taşıma göçebeliği sırasında annem bu taşınması inanılmaz meşakatli şortu koymuş bi torbaya çöpe göndermiş. Çöpe götüren yavru ağzı yolda bi bakmış poşette cillop gibi şort. Gitmiş anneme "deyze ben bunu atmiyim yaf geyerim ben bunu" diye "manyah mısın gadın sen atılır mı bu lan geyilecek bişi bu atılacah deel!" mesajı vermiş vermesinde de sonuç, çocuğun şu an götünde olan mayami şortu artık benim değil. 1990 model kapakları açılmayan, radyosu çalışmayan teyip daha mı taşınır gelmiş bilemiyorum. Gerçi neyim gelmiş ki eski evden şortum gelsin. Her eski komşulardan bi arkadaşla görüştüğümde bi giysisine "ulan ben bunu bi yerden hatırlıyom" diye gözlerde flulaşma geçirmekten gerçek hayata geçemiyorum.

Tecrübelerimin bu dürtüşü bana kablonun da akibetinin farklı olmadığını söyledi. Aramaları sonuçlandırıyordum ki o anda bi karne geçti elime. Lise karnesi. Benim. Daha 1 senesini doldurmayan mayami şortum yok. Ama yerini, ismini bile unuttuğumun hatırlasamda yerine de ismine de kodumun lisesinin karnesi var. O taşınmış. Haaa demekki neymiiş? Eve gelen misafirlerimize, kabakulağın olmadığı o müsbet gıybet saatlerinde, nasıl rezil bi insanın evlat diye evde yaşatıldığı acitasyonu buradan verilmekte. Elden ele gezen karneye baş parmak çenede "uuuuuu cuk cuk cuk yazıhh yazııhh!" tepkilerinin modası kalkmadı demek. Tükenmez kalemle çember içine alınmış yerler gözüme çarpıyor. Oralar da annemin "Bahın ordaki 1 leri de 4 yapmış hep yaaahh!" ları olmalı zira okurken 4 le 1 arasında kaldığım yerler onlar.

Bi tek ben miydim o karnede notu değiştiren ahlaksız çocuk? O zaman ben parasızlıktan duvarın dibinde notları değiştirirken kırtasiyede sıra kapmak için koşturan zengin çocuklarını ilkin ahlak sözlüsüne mi sokuyordu cetvel, pergel, gönye satan yer? Çocuklar zengin fakir gözetmeksizin maddiyatına göre not değişirken büyükler kendilerine hep pekiyi veriyormuş demek. Kelimler aşkına pekiyi o zaman.

Ben eve ilk kez zayıflı karne getirdiğimde hiç tırsmamıştım. Babam "bu ne lan" diye sorarken ben üstüme bile almadım karneye soruyor diye bende karneye sordum "o ne lan cevap versene babama karne!" dedim??! "Biz sağa iyi not alasın diye yapmadıh mı bi ton bıdı bıdıyı, almadıh mı fıdı fıdıyı, anan süpürgeye benzesin diye boyatmadı mı sarıya saçlarını!" Hesap soruşları, cevap yerine atılan mal mal bakışlar, alttan titreyen pipinin ucuna dayanmış sidik tanesi... Ha bizim evde bu olurken diğer zayıfçıların evinde "ayh hakan psikoloğa mı gitsek çocuumuzun moralını şapmasak" çocuklar duymasın repliği dönmüyor tabi. Kırtasiyedeki kuyruğu, iç güdüleriyle şuursuzca sıraya girmiş kardeşlerim yapmıyor dimi sonuçta? Tabi annem anlamadığı karnenin kötü olduğunu anlayınca önüne gelene "bizim oğlan mafetti bizi gahrolduh. mafetti gahrolduh." diye kötüleme cümlesini kurmuş bütün gün sayıklamış.

Sonraki akşam tahminim tuttu. Annem babama beni dövmesi gazını verdi. Ben o gazı çok iyi tanırım. İlkin yarım saat adamın kafasını bunalık mantığa sokup, dövdürüp sonra "ahh elin gırılsın öle vurulur mu çocuğaaa" gazı. Ama babam çok şefkatli adamdı. Hayatta bayıltmadan dövmezdi. O yüzden her dayak mutlaka yumrukla başlardı. Bayıldığımı sözle, ayak dürtüklemesiyle anladıktan sonra, eşeğin sudan gelmesi, bazen abartıp eşeğin şeyine su kaçmasına yakın bitirirdi seansını. Gece saatlerinde tek başına tırsarak oturduğum odaya  "al lağn sana meyve salatası yaptım" diye 2 dilim portakal yolda yarısını yediği bir dilim elmayı  bırakır giderdi.

Önemli olan pekiyileri doldurmakmış anladık. Karnenin sol tarafı 5 ler le dolsun sağ tarafına düşünceler kısmına "valla sayın veli oğlunuz çatır çatır pekiyileri almakta ama karakter olarak pek iyi bi adam değil. Pezevengin teki afedersiniz. Evde nasıldır bilmem de okulda tam bir godoş. Yarın öbürgün okulun önünde karı bile pazarlar bu şerefsiz. Aman dikkat sayın veli." yazsalar kimse okumaz. Okuyanda "amann 2. dönem düzeltirsin orayı da" der geçer. Onu da zamanında anladık.

Şimdi anladığımız da benim evde bi şeyimin kaybolmaması için, değer görmesi için evde başkalarının da işine yaraması lazımmış /ki en çok da onu anladık.

16.8.10

Beynimi Fıstık Yeşiline Boyattım Ufkum Açıldı!

İşsizlik mahalinin saygıdeğer işsizleri merhaba. Bu satırlar tüm işsizler için gelsin. Zaten bu satırları işi gücü olan bir vatandaşın sonuna kadar okuyacağına pek ihtimal vermiyorum. İşi var, okuyorsa kesin devlet memurudur o da "hıyara bak" der, kapatır sayfayı, açar feysbuku çıkar gider. Olsun ama onları yıllarca aldığı yüzde tek rakamlı bir zamla çocuklarını adam etmeye uğraşmış babam nedeniyle seviyorum, canlarım benim. Okuma olayı böyle. Olayın birde yazma boyutu var ki işim gücüm olsa bu satırları yazar mıyım tartışılır. O halde yine "hıyara bak".

Ruhaniyete dalıpta "işim olsun bi daha yazmicam" adağı adamam. Yazmak güzel şey. Arada izleyici sayısının artışı hem yürekte uçurumdan atlayan koyun dolu bir özgüven hemde popoda %40 a varan yukarı ivme yaratıyor ki hepimizin sevdiği şeyler bunlar. Bir de yazı yazmaya alışmak var ki o ahda kötü. Biliyorum "ahda" diye bir kelime yok. "daha" kelimesiyle "ahada" kelimesi arasında kalınca üstelik klavye ve mekan benim olunca %40 lık yukarı ivmenin de bana vermiş olduğu yetkiye dayanarak ğötümden kelime ürettim. İşte bu özgürlük, hür yazı yazmaya alışkanlığın ve onu sevmenin başka bir boyutu. Boyut boyutu açar. O yüzden hemen ilk cümleme geri dönüyorum. İşim olsun bir daha yazmicam adağı adamam. Lakin işim gücüm de olsaydı yazmaya başlamazdım. Bu da hayır, şer, nasip, kısmet, kaza, kader boyutu.

Soktum boyutu, sordum soruyu; İşsizler neden sevilmez?

Bilmiyorum. Ama gerçekten sevilmiyor. Ben kendime ayar oluyorum en başta o yüzden çevremdekilerin de sevmemesi aslında bizi gizli bir ortak paydaya götürüyor. Bir yere otobüsle gittiğimde milletin gözüne batıyor "bu ser-ü sefil kabakulak parayı nerden çarptı da bindi otobüse" diye. Aynı anda bende kendime sevgi dolu sözcükler sarfetmiyorum. Öz eleştirimi sapına kadar yapıyorum "ulan ne hödük adamım ben yürümek dururken otobüse biniyorum kimim lan ben hay beynime kakanikonzi".

Bu paralel nefretleşmeden benim anlaşamadığım nokta ise kıyaslanma. Tamam oturalım parasızken yediğim her halta beraber şaşıralım. Hangi ayın hangi gününü yaşadığımın farkında bile olmayışıma beraber sövelim. Orta parmak gösterelim. İki parmağımızın arasına baş parmağımızı sokup yumruk yapalım, sallayalım. Ama kıyas yapılmasın istiyorum. Başını ayağının altındaki cennet varsayımıyla annemin çektiği, grand kankaları; evlat yüceltmesini diğerlerinin evlatlarını yererek yapan teyzelerim ve merdiven başlarında eteklerini bacak aralarına sıkıştırıp oturan yüksek volümlü hanım komşular erbabı olduğu işten vazgeçemiyorlar. Tabi guruhu daha yazarken isteğimin nasıl faul bir istek olduğunu anlıyorum. Guruh kendi arasında bile 10 dakika sürekli olarak hanım hanımcık anlaşabilen bir grup değil. Benim isteğim onların önünde orjinal Mona Lisa tablosu olsa ne olur? Hangisinin daha çok Mona Lisaya benzediğiyle alakalı bi kavga çıkar ne olacak...

2 haftadır evde evin arkasına açılan markette kaçırdığım şarküteri işi yüzüme vuruluyor. Meteliksiz rezillik tatiline gittiğim sırada şarküteride çalışacak eleman aranmış. Ete katılacak az bişe kuyruk yağıyla hem müşterinin ihtiyacını karşlayacak, hem de market sahibinin gönlünde yer edecek kişi ben olmadığım için amansız bir kavga içindeyiz aileyle. Evde parayla ilgili ne sıkıntı olsa hemen akla ilk şarküteri geliyor etten iğreniyoruz. Orda çalışan şanslı çocuğu konuşuyoruz. Annem her çalışan gence olduğu gibi ona da evlat muamelesi yapmış. Yüreğinde zırt pırt yaptığı oyuncu değişikliğinde yine çıkan oyuncu ben giren oyuncu şarküterinin çiçek çocuğu..

Annemin işi gücü olan çiçek çocukları... Hepsi birbirinden kıvrak. Hepsinin ğötü başı ayrı oynuyor. Hani solucan bi çiçek ismi olsaymış da onlara konaymış. Dalyan gibi vucutlarının ardına saklanmış çiçek gibi ruhlarını bir gün yanlışlıkla girecekleri gay barda keşfedecekler bence. Loş ışıklarda, kapanan kapılardan sonra jartiyerli, adeleleri boynundan aşşaa gelmiş bi amca "dans edelim mi?" diye sorduğu anda anlayacaklar. Farkında değiller onların o şeker suratları değil annemin o içli içli "evladdıımm" inlemeleri. İşsiz kalsalar da annemin ve saz arkadaşlarının bir de o zaman görseler volfeştaynını. Beddua değil, "iyi günler teyzecim" pıtırcığına aldıkları şahane güleç yüzlere, arkalarından yapılan "aman nasıl iyi çocuk" tanımlamalarının sahteliğine samimi bir uyarı benimkisi.

Kin tutan bir adam değilim. Ancak hayatımıza kattığımız bazı ekstrem istisnalarla hayat daha renkli. Kinimin egzotik istisnasıda bu. Olmaz ya olurda bu devlette höst ulan maaşlı bir iş bulursam bu yazıyı sonuna kadar okumuş muhtemel işsiz kardeşlerimi "kabakulağın sol kulağındaki sivilcesinin üstünde güneş ışığı vurunca beyaza dönen uzun kılının merhametsiz tavrı" adlı festivale davet ediyorum. Bak böyle bir adak adanır işte. Emin olunuz ki kıymetimiz o gün anlaşılacak ve çok sevileceğiz..

12.8.10

Dutun Kollarımdan Kuracağum Şimdi!

Kendimde olan her kusurla yaptığım barış sözleşmesinin sonuna doğru geliyorum. Her gün ayrı bir kusur çıkıyor bende yavaştan sömürüldüğümü hissediyorum. Kulaklarım çok kabaydı sevdim. Dişlerimin arası 4 tane 20 lik dişe yer açmıştı aralarından fışırt diye tükürük attım. Saçlarım döküldü ekilir dedim. Ayak parmaklarım toynağa döndü, tırnaklarıma çorap dayanmadı dikilir dedim. Ulan çenem eğri ona bile gergedan kılıfı uydurdum. Ama yeter lan. Benim de en azından insana benzeyen goriller kadar insana benzemeye hakkım yok mu?

Ben böyle isyana düşecek adam değildim de bu blog ortamı yaptı beni böyle. Milletin bloğa özel yerleştirdiği resimleri içimi titretiyor. Eskiden popüleritesi olanlar ya ünlülerdi yada #zurna kanalının operleri. Ünlülerin tiplerini tartışmazdık bile. Özcan Deniz'in Mahsun' un bioxin reklamlarına özel saçlarına şimdilerde dikkat kesildik, gülüyoruz yer yer. O zamanlar yok muydu onlara benzemeye çalışan hiç de "kro" lakabı almayan yağızlar? Zurna kanalının operlerinin zaten karizması yeterdi. Tipini görmeden aşık olduğumuz operleri unutmayalım, unutturmayalım. Bu blog delikanlıları, güzelleri nerden çıktı lan?

Ben böyle tipsel olaylara hiç özenmezdim. Benim genelde özendiğim şeyler büyüklerin yaptığı benim yapamadıklarımdı. Daha 5 taş oynayamayan ben, 100 küsür taşlık okeyi bir gün oynayacağım günü bekledim. 52 kağıtla pişti değil de o karışık oyunlardan oynamak istedim. Yanımda kızla gezerken birilerinden "noluyo lan daha şük kadar boyun var türlü türlü huyun var!" diye tepki değil, "yengemi o?" sorularına muhatap olmak istedim. Öyle arabanın ön koltuğuna oturmak gibi zengin hayalleri kurmak da işin bokunu çıkarmaktı. Arkada birinin kucağında yer buldun ne ala. Öyle özenirken haddimi de bilirim..

Gevşeyen büzük yaylarının habercisi yaz mevsimi ayrı bir tatil özentisi yarattı. Artık bende istiyordum bloğuma tatil anıları yazmak. "gittik bi otele abicim sıçıyorsun daha kurumadan siparişin geliyor, ama sıçtığın kuruyor, tortuya dönüşüyor selam veren yok amk. o kadar da pis bi yer" diye anlatmak da anlatmak. Sıçmak da sıvamak. Yalamak da yutmak.

Elbette 5 kuruş parasız tatile öyle otele filan gidilmezdi. Bul bi çadır onda kal turizmi gerçekleştirmek gerekiyordu. Yine de hafif varlıklı arkadaşların iknası öncelik taşıyacaktı. Neyse ikna ettim bayasını. En uyuz olduğumuz o gelirse gelirim, şu gelmezse gelmem çiftleşmesinide başarıyla noktaladık araba bulduk sahibi daha 20 gün önce öğrenmiş araba sürmeyi ama analar daha iyisini doğurana kadar en iyisi buydu...

Elimde doğu karadeniz haritası başladık yola. Şöförümüz acemi olduğu kadar ossuruğuyla da kavga eden bir arkadaş. Arada ibrede 160 ı görünce salavat getiriyoruz oha diyoruz neden tek parça olmamıza bu kadar karşısın diye soruyoruz? Kız arkadaşımla kavga ettim moralim çok bozuk diyor. Bizde bu ayıya bi araba yüzünden dayı diyoruz onun için ayının da dayınında... Uzun saatler sonrası karadenize ulaştık. Geç bir saat olduğu için çadır kurma riskine girmedik. Arabada uyuyalım dedik ama 5 kişi arabada uyumak için çok ciddi bir rakamdı. 2 kişi inşaata gidip uyuma kararı aldı

/ben hala o 2 kişiden biri olduğum için kendimle başbaşa kalmamaya özen gösteriyorum çok pis kendimi rencide ediciğim çünkü./

Arkadaşla geçtik inşaatta attık yollukları altımıza uyumaya çalışıyoruz. O anda bi ses gürüldü bi uyandık kafamızda fenerle bize bakan karadeniz vatandaşı.Yanlış anlaşıldık...

- Uyyyyy!
+ Abi, şey biz kamp, çadır....
- Siyirunn!
+ Siyirunnn??
- Gıracağum sizi!

Zor bela arabaya ulaştık olay mahalini ivedi olarak terk ettik zira "giracağum sizi" fonetik olarak da çok ürkütücü geldi. Ayrıca karadenizli bir vatandaşımıza, kardeşimize de Alman porno yıldızı edalı hareketleri hiç yakıştıramadık.

Zehir gibi sıcakta yolumuza devam ettik. Arabada yatma olayının ne denli düşündürücü ne denli "siyirabilur" bir tehlike olduğunu gördükten sonra üşenmeden,bıkmadan, usanmadan çadırımızı kurmaya karar verdik. Yani bir tarafa gitti, üstü bir tarafa ha önemli olan mutlu olmaksa olduk. Girdik içine uyuduk hatta. Sabah kalktığımızda çadır buhuluydu. Ve Allahım sen gerçekten öyle bir koku yarattın mı? O nasıl bir kokuydu! 5 kişinin ossurarak uyuduğu küçük bir çadır da en azından "gırarum" niyetli karadenizli kardeşimiz kadar tehlikeliymiş. Ama en tehlikelisi 20 günlük şöförün kendini kanıtlamak için ovit geçidinde attığı manevralarmış. Yani sırf aynı ortamda ben ovit'i kimseyi öldürmeden geçtim aha bunlarda şahidi diye bizi göstermekse niyet çok yanlış. Çünkü arkadaşı dövmeye yeminli 4 kişi var ve çok tehlikeliler. Onlardan biri yine benim. Ama bu sefer kendimi seviyorum.

Tatil en çok annemle kardeşime yaradı. Yanmış sırtıma her baktıklarında "oyy ne kötü olmuş, ceylan götüne dönmüş yaf" diye iğreniyor, sonra da "dur orayı sen yoldun, şurayı ben yolcam" diye derimi soyma kavgasına giriyorlar. Daha gram deri soyabilmiş değilim yeminle. Ben bi bok anlamadım bu tatilden valla. Çenem eğri, kulaklarım acayip, burnum dudaklarıma değiyo, saçlarımda dökülüyo zaten..