Pages

25.4.13

İnsanoğluna Tutarsız Vücut Çalımı!

Ey insanoğlu beni çok uyuz ediyorsun bilgin olsun. Sanattan, sanatçılıktan ayık gezemediğim efendi tarzıma bi' bakın! Sağa sola sıçmık atmaktan ne hale geldi. İspanya' nın ortasında doğmuş Picasso, caddesinin ortasında insanların donunu çektiği, tek sanatın yolların üstünde dağınık halde serpiştirilmiş koyun-kuzu bokları olan, 2000 metre rakımda 9 ay soğuktan vücudun %60 ının hissedilmediği Erzurum şehrinde büyümüş bu genç dimah sanatçıyı alnından öperdi. Şimdi taharet elinin kokusunu bastırsın diye giydiği eldiveniyle tokatlayacak beni yemin ederim.

Size uyuz oluyorum! Her beynime hünkürdüğüm yanlışımın ortağı sizlersiniz haberiniz olsun! Unutma insanoğlu! Siz olmasaydınız ben günaha giremezdim.! Siz olmasaydınız ben mükemmel bi' adam olurdum! Ben olmasaydım götünüze bile takmazdınız ama siz olmasaydınız ben bi' gün ot, sonra pilot, üç vakte kalmaz astronot olurdum.!

Şimdi oha filan olun, "Ben Burdan Atlarım" yarışmasının erotiği çıkmış onu bulun izleyin, beni burdan üstünüze atlatmayın ve benim sizin yüzünüzden girdiğim bütün günahlar için vereceğiniz bi' cevabınız olsun. Benim yüzümden günaha girenler ise derhal beni bulsun. Affetsin.

Size nasıl uyuz olduğumu anlattım sayın insanoğlu şimdi de sevdiğimi haykıracağım. Size uyuz olduğum kadar sizi seviyorum da.. Tutarsız gelebilir. Sonuçta tutarsız güç, üçtür; iyi, kötü ve çirkin. İyilik, pozitif gibi görünen aslında negatif bi' güçtür. Basittir her şeyden önce hayatta olması en kolay şeydir.. En büyük güç kötülüktür. Kötü güçlerin en büyüğüdür. Sonuçta insanlar acı çekme duygusunu, birilerini gücendirme duygusundan daha önde tutan canlılardır ve sırf birini üzer korkusuyla yapmak istediğini değil, kolay olanı-iyiyi yani karşısındakini gücendirmeyecek seçeneği seçer ve hayatının amuğanoyar afedersiniz.. Bu açıdan kötü olabilen kutlanmalıdır. Hayatına saygısı olanlara saygı duyarız nihayetinde.. Çirkinlik ise bambaşka bi' güçtür. Bu satıları yazamadan 2 gün evvel bizim neslihan paralı koca bulmuş, Neslihan dediğim aman yarebbim bu nasıl bi' çirkinlik kişisi. Yumurta sarısı gibi hemde paralı çocuğa yüzüğü taktırması çok büyük bi' gücü temsil eder bence.

Ben size iyi, kendime kötü, ne güzel ne çirkinim. Umutluyum ama güçsüzüm. Herşeyim arada, herşeyim tutarsız. Hiçbirinizi cenazemde görmek istemeyecek kadar size uyuz, hepinizi özleyecek kadar çok seviyorum...

Neyse yazıma son veriyorum. Bi' anlam çıkarmak için okuduysan özür dilerim vaktini aldım. Feysbukta gördüğünde beğene basmazsın hatırım kalsın. Hatta altına "bu nasıl yazı lan!" diye yorum yap, belden aşşamı karalar bağlasın. Öptüm.

8.12.12

Biz Bilmeyiz Büyük Şehirde Gaz Çıkarmayı!

Selam maralım. times new roman yazılım, 11 punto boyutla arada kalanım, tırnak işareti araları boş kalanım, can dostum, rumuzumun sonu blogspot.com' lum.. 

Duydum gönül koymuşsun bana, gelmiyor demişsin. Yedi ay önce ballandırarak turp yerken yazdı en son, o turp ossuruk oldu, iki cümle arası terlemiş koltuk altı koktu ama gelmedi demişsin. Haklısın ne diyeyim.. "Hayatım o kadar güzel oldu ki seni unuttum" dememi mi bekliyorsun? Değil bannerine kurban olduğum.. Benim yüreğimde burukluk, moralimde bozukluk, gözümde miyop, aklımda kıtlık, sağ kulağımda çekme, iki hafta önce son paramla aldığım pantolonum da nar suyu oldu. Anam çıkaramadı, "bi daha bu eve nar mar girmeyecek! halının haline bahh yarabbim" dedi Allah'a halıyı sordu pantolonumla ilgilenmedi..

Hayat acımasız kontrol paneline kurban olduğum, her ay 99 lira bayıldığım internetim olmasa sen de yoksun. Ben tekrar göç ediyorum sanırım. Bu sefer yolumuz İstanbul'a düşecek gibi, içim darlanıyor çünkü, biz Erzurum çocuklarına her yer zor ama İstanbul daha zor. İstanbul yazarken bile elim alışmamış. Klavyede bütün illeri yaz deseler en yavaş İstanbul'u yazarım. İstanbul'u bi' arkadaşımla metrobüs sırası beklerken tanıdım. Meğer metrobüste sıra beklenmiyormuş mesela. Öndeki arkadaşı tekmelemek zuhruyla biniliyormuş o araca, inerken yine müsade 43 numara ayakkabıyla isteniyor haliyle..

Bi' bayanın kafatasını delmişliğim vardır alışveriş merkezinden çıkarken. Dirseğimle nasıl koyduysam kadının saçlar patladı, gözleri şaşı baktı döndüm özür dileyeyim diye kadın saçları toparlaya toparlaya hızlı hızlı uzaklaştı. Bari sen özür dileseydin dedim içimden dirseğimi hissetmedim koca altı gün. Ama onun da acelesi vardı hasılı.

Ben gezme&tozma&fink atma turizmi yaptığım zamanlarda akşama kadar vaktim varken bir ara kendime geldiğimde bi' ulaşım aracına koşarken buluyorum kendimi bazen. Yani toplumun beyne yaptığı son somut hamle budur herhalde. Ulan herkesin işi gücü var koşuyor? Sen niye koşuyorsun Kabakulak Forrestoğlu? Öyle bir şehir işte. "Yutar adamı" ile "seni mahvetmeye geldim İstanbul!" arasında bir şehir.. Yaşamak zor, ben hep kolayı sevmiştim oysa ki. Bir dolmuşla bir şehrin tamamını 20dk da gezebilmek şehrin küçüklüğünü değil, yaşamın kolaylığını doğal olarak huzuru temsil ederdi. 

İstanbul bana ne yapar, ben ne yer ne içerim o şehirde bilmem ama ne yaparsa kabulüm artık. Anam da hem belki ellerini kafasının arasına alır bi' düşünür, halısı mı kıymetli oğluşunun pantolonu mu...

Başka da çıkar yolumuz kalmadı dingin şehrin güzel çocuğu bloğum. Bana dua et. Yine gelcem çok yakında göçmeden. Canımsın. öptm. by.

8.6.12

Ses Ver Blog Ahalisi!

Evet son iki yazımızda sevgiliye attığımız pandiklerden bahsettikten sonra yine kendimle karşınızdayım efendim. Ama daha önce bişe sorcam, bu blogger ahalisine ne olmuş kardeşim? Herkesin kolayına mı gelmiş tweet atmak, onları "follow"lamak, hamakta sallanmak, armutları ballandırmak? Blog tarihi hazin günlerini yaşıyormuş gibime geldi.. Bu blogcu arkadaşların misyonlarını bir üst basamağa taşıyıp kitap çıkarmaların eseri. Değilse kurşun döktürmeli millete, akıllar başa alınmalı. Yazınız efendim, reca edeceğim. Tamam benim de eleştirdiğim ergenlik kelimeleri vardır, aynı zamanda kurduğum babasız cümlelerim nedeniyle eleştirilmişliğim. Ama yazmanın önünde engel midir? Değildir değerli vatandaş. Bırakınız bir kişi izlemesin sayfanızı, bırakınız yanlışlık eseri bile görülmüş tek bir yazınız olmasın, hiç bir kitabın kapağında mistik havalarda gezinen gizemli fotoğraflarınız olmasın. Ama yazınız.

Ben ufacıklardayken beni üzen şeyleri kendi meşrebimde yazardım. İç organlarımın farkında olmadığım ve gözle görünür organlarımın bir çoğunun da ne işe yaradığını bilmediğim zamanlarda H.E. adlı öğretmenimin cetvelle suratıma vurduğunu "örtmen suratıma cetvelle vurdu kabardı yanağım çok acıyor" diye yazarken lise sonda S.Ö adlı hocadan yediğim sağlam dayağı"hayvanoğlu hayvanın çocuğu, insan insana öyle mi vurur pesefenk evladı, bişe diyim mi sevgili kağıt bu herifin anası yada babası eşşek lan! yada at! iki insan ürünü bi organizma böyle dövemez, piç! anasını eşekler dürtsün bunun!" diye tasvir etmişim. İşin ilginci herkes de böyle birşey yapıyor zannetmişim.. Değilmiş. Ama ben sonuçta yazmış rahat etmişim.

Lise zamanlarımda şimdilerde radyo programı yapan Zeki Kayahan Coşkun adlı minik, sempatik, zeki, olgun sever büyüğümüz gazetenin bir ekinde Zeki'yle Zekice adlı bir köşede yazıyor, ben de bir yandan yazılarını okuyor bir yandan ne derdim varsa ona yazıyorum. Helal olsun adama her hafta beni muhatap alıyor, hayretler içine düşüyordum; ne şaşırıyordum arkadaş.. Baya devam etti o gazete eki, Zeki'nin yazıları, ona anlattıklarım ve onun bana cevapları.. O zamanlar bilgisayarla alakalı işlerle uğraştığımdan her hafta aldığım gazeteyi sonradan eksen kayması yaşamam nedeniyle Zeki Kayahan Coşkun okumak için alıyordum. O zamanlardan sakladığım tüm küpürleri askerlik vazifesi nedeniyle ayrıldığım evimden torlayıp toplayıp, hiç üşenmeyip, gözünün yaşına bakmayıp bir kalemde çöpe gönderen anneme de burdan hemen tüm yazılarda olduğu gibi yine sevgilerimi gönderiyorum ayrıca.

Şimdi bunu neden söylüyorum bilir misin sevgili jakabo?

Büyük ihtimal Zeki Kayahan Coşkun beni hatırlamaz. Hatırlasa bile o zamanlar hastası olduğu kırmızı ferrarisine elletmez. Elletse de elletmese de farketmez. Farkeden şey; o yazıların benim için kıymetli olması. O bunu kesin bilmiyordur. Onun o yazıları yazmasının yalın maksadı paramı alıyorum işime bakıyorum anlayışı da olabilir, birilerine birşeyler anlatıyorum o yüzden yazmalıyım da bu da benim için diğer bir farketmez. Benim için kıymetliydi ve çok güzeldi bu yeterli.

O kadar Zeki abiye bok attık şunu hatırlamıyordur, bunu da hatırlamıyordur diye ama şu an bu yazıyı okuyan bir çok kişinin de o yazılardan haberi olmadığına dair itina ile kulaklarımın kalıbını bastırırım. Zaten yazılan yazının birileri için anlamı olması demek; herkes için anlamlı olması anlamına gelemez. O yüzden yazdığınız şeylerin kime ne vurduğunu çok düşünmemeli ve yazmalısınız arkadaşlar. Bunu yapınız reca ediyorum. Birine sövmek isteyebilirsiniz. Benim gibi sevgilinize attığınız kazığı, ananızdan çektiğinizi, işsizliğinizi, padişahın sol tarafını yazabilirsiniz bir çoğu sizin için utanılacak bir mesele olabilir ama siz imkan varken yazınız.

Yasak olacak dediniz, bloglarımız engellenecek dediniz. Kimsenin çüküne olmadı afedersiniz. Hala "haydar" yazdığınızda dahi yazılarınız okunabilir halde. O yüzden kıvırmayalım. Birileri sizi okuduğunda çok hızlıca windowsun en büyük nimeti sağ en üstteki çarpıya basıp müsade isteyecekken; birileri tekrar okumak üzere kesinlikle simge durumuna küçültecektir. Ayrıca şifa olarak da kalbe iyi gelir görüşündeyim. Diyeceğim odur ki bloğumuza sahip çıkalım efendim..

29.5.12

Ben Şöyle Bi Bokun Sarısıyım!

Dünyanın en kararsız adamıyım ben. Evet kararlıyım o benim ve nadir kararlılığım da bu tespitim. Ben aynı şeyleri yapmaktan nefret eden ama hep aynı şeyleri yapmak zorunda olanım. Minibüse mi bindim en son koltukta en dipte oturmalıyım, minibüse bindiğimde mevzu bahis yer doluysa bütün minibüs boş koltuktan oluşsa ileri geri yapıyorum. Nereye oturacağımın kararını veremiyorum. Velev ki başka bir yere otursam başkasının kucağına oturmuş gibi hissediyorum. Elbette tahmin edibileceği üzere yerime oturanı da benim kucağıma oturmuş gibi. Burada kaybeden kim bilmiyorum... Umumi tuvalete mi girdim en sondaki pisuvara işemeliyim, diğer türlü nereye işiyeyim diye sancı içinde kıvranırken elimde bizim küçük oğlan ordan oraya koşuşturuyorum. Başka yere işediğimde yada birinin benim yerime işediğinde ne hissettiğime gelice sizin yaratıcılığınıza bırakıyorum, minibüs örneğinden kurun diyalektiği yapın çıkarsamayı gereken tüm argümanlar orda..
Başbakanla konuşsam bana da bi çözüm yolu söyler ya, o genelde ailevi meseleler hakkında konuşuyor, 3-5 çocuk, sezeryansız doğum, ana babaya saygı, sevgi, sayir... Hep büyükleri ilgilendiren şeyler.. Zaten başbakanla konuşmaya kalksam ertesi günü Ordudaki toplu açılış töreninde Orduspor atkısı boynunda, ilkin bana dokundurur. Erkekler kızları kullanıp kullanıp atmasın, atanın Allah belasını versin bitaraf olsun inşallah tamam mı şimdi açılışı yapalım, nerde lan bu düğme diye alırım lafı arada. Çok hassas olduğu konular onlar. Başbakanlığından sonra pek sevdiğim kişiliğin "Bozulmuş Türk Aile Yapısı ve Gerçekçi Çözümler" adlı kitabını da okumak isterim. Sevgimden saygım da büyüktür o yüzden duymasın..

Bakın dostlarım, terk etmenin bir milyon sebebi yoktur. Ya başkasına aşık olursun eskisine veda edersin. Ya şartlarını düşünürsün 30 yaşına kaç kaldı onu düşünürsün, olabiliteleri koyarsın önüne ona göre hareket edersin. Ya ailen istemez. Ya da onun ailesi istemez. Yanlışını görürsün. Doğrusuna karar verdiğini düşünürsün. Birilerinin gazına gelirsin... Ya arkadaş tamam bi milyon sebebi yok da buraya yazılacak kadar az sebepte yok işte.. Benim terk etme olayımı ilk paragraftan kararsızlık diye sanmış olabilirsiniz ki şu an elimin tersiyle suratınıza vurdum. Bu kararım benim en kararlı hareketimdi.. Yukarda sebeplere dokundum biraz, ama ben en çok merak edileni anlatayım; ben başkasına aşık mı oldum?
Olaya mantıklı bi taraftan cevap vereceğim. Ben işsizim her zamanki gibi ama her zamankinden biraz fazla borç da sahibiyim. Önümde kuvvetli ihtimal altı ayı cezaevinde geçecek çok uzun olmadığını sandığım bir ömrüm var. Yani bırakınız bir insana aşık olmayı 13 gün olmuş dışarı çıkmayalı bilgisayarımın hoperlörlerine aşık olsam daha mantıklı. Hepiniz kardeşimsiniz /ki muhatabı yabancı görmediğinizi göstermek için öyle söylenir böyle maddi sıkıntılar anlatılmadan önce/ İnanınız ki yol parasına ayırabileceğim 1 liram yok /erzurumda kendini örğrenci diye yutturabilirsen 1 liraya binebiliyorsun toplu taşıma araçlarına/ bilmem kaç gün olmuş gördüğüm tek dişi annemle bacım. Freud gibi sapık da değilim anama bacıma kalkayım da aşık olayım. Zaten annem her gördüğünde para verim mi diye cüzdanına elini götürüyor, bir buçuk lira verip çok harcama deyip beni kendine ve kendime ayar ediyor. Annemle de görüşmüyoruz 10 gündür yani.. Benim aşık olabileceğim ihtimalim size nasıl geliyor? Dur dur ben daha net sorayım; ben o bokun sineği miyim gardaşlarım?

Şimdi de maddiyat nedeniyle terk ettiğim anlaşıldı değil mi? Yine yediniz ters tokadı bak... İşsizlik mevzu değil ki.. Adeti yerine getiriyorum ne iş yapıyorsun diyene kpss ye hazırlanıyorum diyorum geçiyorum.. Para mı kazanmak mevzu? 1 ay sonra kazandığım paralarla kitap yazarım arkadaşım. Doğru olan kalbi akıla emanet etmektir. Her doğru şey daha fazla bedel demektir. Kalpleri akla emanet ettiğiniz an bedeller ödemeye hazır olmalısınız. Evleneceğin kişiyi kadere bağlamak "kaderimiz kimleyse artık", "kısmet, alıny yazısı" safsataları bilmem kaç kişiyi dininden etti. Biriyle elinde olmayan sebeplerle karşılaşmak kaderdir. Ama o kişiyle evlenmek kendi seçimimiz. Seçimlerimiz bizi çok baba bir godoş, motor, kaşar, pezevenk de yapabilir; temiz, aklı başında, namuslu, efendi ötesi bir insanda.. Hepimiz seçimlerimizi yaşarız ve her seçimimiz bize sonuç olarak geri döner. Her seçimimiz de kocaman bir ameldir. Eğer seçimlerimiz bizim amellerimiz değilse mahşer-i huzur da yargılanma sebebimiz nedir?

Ben seçtiğim birçok yol nedeniyle pişmanım. Dedem de öyleydi, babam da.. Artık pişman olmayacağım seçenekler üstünde yürüyorum. Dedem de öyle yapmış, babam da.. Peki pişman olmayacağımız seçeneği biz bilebilir miyiz? Evet biliriz.